24 Nisan 2012 Salı

Romanlar ve Başkahramanları

Eser Yazarı Başkahramanları
İntibah Namık KEMAL Ali Bey
Vatan Yahut Silistre Namık KEMAL İslam Bey, Zekiye
Cezmi Namık KEMAL Adil GİRAY
Araba SeVDASI R. Mahmut Ekrem Bihruz Bey
Sergüzeşt Samipaşazade SEZAİ Dilber
Mai ve Siyah Halit Ziya Uşaklıgil Ahmet Cemil
Aşk-ı Memnu Halit Ziya Uşaklıgil Adnan Bey, Bihter, Firdevs Hanım
Eylül Mehmet RAUF Suat Hanım, Süreyya Bey, Necip
Şık Hüseyin Rahmi Gürpınar Şöhret Bey, Madam Potiş
Mürebbiye Hüseyin Rahmi Gürpınar Dehri Efendi, Anjel, Şemi
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç Hüseyin Rahmi Gürpınar İrfan Galip
Şıpsevdi Hüseyin Rahmi Gürpınar Meftun Bey, Kasım Efendi, Edibe
Kaşağı Ömer Seyfettin Ömer, Hasan
Yaban Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ahmet Celal, Emine
Kiralık Konak Yakup Kadri Karaosmanoğlu Seniha, Naim Efendi
Sodom ve Gomore Yakup Kadri Karaosmanoğlu Sami Bey, Leyla
Ateşten Gömlek Halide Edip Adıvar Ayşe, Peyami, Binbaşı İhsan
Sinekli Bakkal Halide Edip Adıvar Kız Tevfik, Emine, Rabia
Vurun Kahpeye Halide Edip Adıvar Aliye, Uzun Hüseyin, Tosun Bey
Tatarcık Halide Edip Adıvar Lale (Tatarcık), Recep
Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin Feride
Yeşil Gece Reşat Nuri Güntekin Şahin Bey
Yaprak Dökümü Reşat Nuri Güntekin Ali Rıza Bey, Fikret, Necla, Leyla
Gönül Hanım Ahmet Hikmet Müftüoğlu Gönül Hanım, Üsteğmen Mehmet Tolun, Ali Bahadır Bey
Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Mümtaz, Nuran
Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali Yusuf, Muazzez, Şahinde
Yılanların Öcü Fakir Baykurt Kara Bayram, Irazca, Haceli
Bereketli Topraklar Üstünde Orhan Kemal İflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali
Yorgun Savaşçı Kemal Tahir Yüzbaşı Cemil, Neriman
Esir Şehrin İnsanları Kemal Tahir Kamil Bey, Nemide Hanım, Ayşe, Ahmet
İnce Memed Yaşar Kemal Abdi Ağa, Memed
Fatih – Harbiye Peyami Safa Neriman, Şinasi, Macit
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa Hasta Çocuk, Nüzhet
İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi İbrahim Efendi, Salih Bey, Yusuf Bey, Şevkiye Hanım, Zaim Bey
Tutunamayanlar Oğuz Atay Turgut Özben
Anayurt Oteli Yusuf Atılgan Zebercet
Sessiz Ev Orhan Pamuk Metin, Faruk Bey, Nilgün
Fahim Bey ve Biz Abdulhak Şinasi Hisar Fahim Bey
Ayaşlı ve Kiracıları Memduh Şevket Esendal Ayaşlı İbrahim Efendi
Aganta Burina Burinata Halikarnas Balıkçısı Mahmut, Süleyman Kaptan, Zeynel Ağa, Ayşe



Küçük Ağa Tarık Buğra İstanbullu Hoca, Salih
Bir Düğün Gecesi Adalet Ağaoğlu Fıtnat Hanım, Tezel, Ayşe
Keşanlı Ali Destanı Haldun Taner Keşanlı Ali, Zilha
Yine Bir Gülnihal Turan Oflazoğlu İsmail Dede Efendi
Sarı Naciye Recep Bilginer Sarı Naciye, Elci
Sefiller Victor Hugo Jan Valjean, Javert
Notre Dame’in Kamburu Victor Hugo Quasimodo, Esmeralda
Üç Silahşörler Alexandre Dumas Arhos, Parthos, D’Artagnon
Monte Kristo Kontu Alexandre Dumas Edmond, Mercedes, Fernand
Goriod Baba Balzac Goriot, Delphine, Anastasie
Kırmızı ve Siyah Stendhal Jülien Sorel, Madame de Renal, Mathilde
Madam Bovary Gustave Flaubert Emma (Madam Bovary), Charles Bovary, Rodolphe
Germinal Emile Zola Lantier
Meyhane Emile Zola Gervaise Macquart
Venedik Taciri Shakespeare Shylock, Antonio
Robenson Crusoe Daniel Defoe Robenson Crusoe , Cuma
Oliver Twist Charles Dickens Oliver Twist, Dodger, Fagin, Mr. Brownlow
Genç Werter’in Acıları Goethe Werter, Latte
Faust Goethe Faust, Mefisto, Margaret
Don Kişot Cervantes Don Kişot, Sancha Panza
Fareler ve İnsanlar John Steinbeck Lennie, George
Vahşetin Çağrısı Jack London Buck
Beyaz Diş Jack London Kurt kırması
Yüzbaşının Kızı A. Puşkin Pugaçov
Ölü Canlar Gogol Çiçikov
Babalar ve Oğullar Turgenyev Bazarov
Ana Gorki Pelagiya Nilovna
Suç ve Ceza Dostoyevski Raskolnikov
Karamozov Kardeşler Dostoyevski Fedor Pavloviç Karamozov, Dimitri Karamozov
Anna Karanina Tolstoy Anna Karanina, Vronski
Savaş ve Barış Tolstoy Bozukov







Milli Edebiyat Dönemi ve Özellikleri




1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.
Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar.

Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk” bu dönem roman ve hikayesinin en önemli temasi olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir.

Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âtî toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslûpta Osmanlıcayı sürdüren, millî kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada millî kimlik arayışları başlamıştır.

Türk dili, Türk vezni, Türk zevki ve kültürü ile millî konuları, millî ülküleri işleyen Türk edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında Millî Edebiyat akımı var olmuştur. Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, olduğu gibi kalarak batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu dönemin bariz özelliği, Türk romantizminin edebî tezahürlerini göstermesidir.
Cumhuriyet’in kuruluşunu hazirlayan milliyetçilik ideolojisi içinde dogan Milli Edebiyat akimi Cumhuriyet’in ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi. Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadî müesseseler üstünde başlarında büyük Türk sosyoloğu ve düşünürü Ziya Gökalp’in bulunduğu Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp’in Türkiye ve Türkler için şekillendirdiği düşünceler başta AtaTürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti. Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak gerektiğine inanan bu nesil yazarları, eserlerinde konuşma dilini kullandılar. Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar.

1911 yılında Selânik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde başladı bu çalışmalar. Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin (öncü), Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip (öncü), Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri, Halide Edik Adıvar, Hamdullah Suphi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Fuat Köprülü, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar’dır.

Milli Edebiyat akımının özellikleri, Cumhuriyet’in ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir:

Milli Edebiyat Dönemi Genel Özellikleri
1) Dilde yalınlık (en mühim prensip),
2) Türkçe karşılığı olan Arapca ve Farsça kelimelerin atılması. Yalın (süssüz, sanatsız, özentisiz) bir dille yazma; İstanbul Türkçesini kullanma.
3) Halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma
4) Hece ölçüsü
5) Konu seçiminde yerlilik
6) Konularını hayattan, ülke şartlarından seçme
7) Millî kaynaklara yönelme

İslâmcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz konusu olan Millî Edebiyat akımı kavramı değil, Millî Edebiyat dönemidir. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön plânda olduğu roman, hikâye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesini sağlamıştır.

Başlangıçta Fecr-i Âtî roman ve hikâyecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Refik Halit Karay, gerçek kişiliklerini Millî Edebiyat akımı içerisinde göstermişlerdir. Fecr-i Âtî topluluğu dışında kalan, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra Millî Edebiyat akımına katılan şairlerdir. Gerek Mehmet Âkif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı, şiir dili ile konuşma dili arasındaki uzlaşmayı sağlamışlar, Türk diline zor uyan aruzun engellerini ortadan kaldırıp, yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN DİL ANLAYIŞI
1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapca, Farsça ad ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.
2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.
3) Arapca ve Farsça’dan gelen sözcüklerden, konuşma diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.
4) İstanbul hanımlarının günlük konuşma dili esas alınmalıdır.
5) Terimler bilimle ilgili oldukları için aynen kullanılmalıdır.
6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır.

9 Nisan 2012 Pazartesi

MUTLULUĞUN IŞIĞI; TEBESSÜM




Mutluluğun ışığı diyorum ben ona, sizce de öyle değil midir tebessüm? İnsanların birbirlerine yapmış olduğu en güzel şeydir tebessüm etmek, sevginin anahtarıdır, mutluluğun yansımasıdır. İnsanlar iyi duygularını basit bir tebessümle anlatabilirler, kalplerinin güzelliğini yansıtabilirler. Basit, sadece dudağımızı yavaşça genişletmek, ama kalpten, içten düşünerek, gerçekten düşünerek… Yaşam bile değişir küçücük bir gülümsemenizle.. Hani derler ya; “Of! Ne zor bu hayat!” diye, aslında öyle değildir. Siz zorlaştırıyorsunuzdur hayatı. O somurtkan halinizle, zorlaştırırsınızdır o güzel hayatı, mutsuzlaştırmışsınızdır kendinizi. Farz ediniz ki, hayat bir aynadır. Güler bir yüzle bakarsınız o da güler, kaşlarınızı çatarsanız o da surat asar. Size bağlıdır her şey…


İnsanlar arası en iyi, aynı zamanda en kolay iletişim yoludur tebessüm. Bir annenin bir çocuğa gülümsemesi, bir arkadaşın bir arkadaşa gülümsemesi hatta bir yabancının bir yabancıya gülümsemesi, o kişi hakkında iyi şeyler uyandırır. Ha, sahtekârları da unutmamak lazım. Bilirsiniz, sahtekârlar hiç kimse tarafından sevilmez. Yüzünde o sinsi ifadesi ile sahte bir tebessüm sunar karşısındaki insana. Fazla yer alamazlar kalbinizde, yer alamazlar hayatınızda. Ama yine de, en iyi iletişim yoludur tebessüm. Söyleyecek söz yoksa ufak bir tebessüm anlatır her şeyi o kişiye…


Mutluluğun ışığı demiştim. Gerçekten de öyleymiş değil mi tebessüm? Işıktır, küçücük bir parıltıdır yüzünüzde. Yüzü güzelleştiren, sevgiyi arttırandır tebessüm… Hayata hep tebessümle bakın tebessümle, anlatın her şeyi…Ve uçurumun kenarında bile olsan, hayata hep gülümse ve kaybetme umudunu..
Buradan size tebessüm ediyorum; Kalpten ve içten…

                                                                                  
Şadiye SARAÇ
    11-YD

BİR AVUÇ SEVGİ



Denizde ağ saran büyük tekneler, martılar, oltayla balık tutmaya çalışan insanlar, simit yeme yarışına giren güvercinler, elinde pamuk şekeri ile sahili turlayan minik kız çocuğu…Ve yan bankta oturan, yüzünden hüzün kırıntıları dökülen orta yaşlarda bir adam.. Ve ben tüm bunları donuk bir surat ifadesiyle izleyerek simidimden bir parça daha alıyorum. Ne ilginç değil mi? Şu tek dünyada, herkesin kendi yarattığı farklı bir dünyası var. Biri mutluluktan uçuyorken birinin kalbi kan ağlıyor, bir geçim derdiyle denize çapa atarken diğeri buradan tüm bunlara burun kıvırıp havalı bir şekilde geçiyor. Tek bir gerçek üzerine kurulan yüzlerce sahte dünya…

Tüm bunları bırakıp kendi acıma yöneliyorum. Şu bankta saatlerce oturup ağladım, biliyor musunuz? Düşündüm… Ağladım… Bir anda gelen simitçinin “ Abla simit, taze taze, sıcak simit, ister misin?” sesiyle kendime geldim. İkinci simidimi aldım. Şimdi ise son parçalarını yiyorum. Bu sırada aklımdan o kadar çok şey geçiyor ki. Mesela, soruyorum…

Sizce nedir sevgi? Neden en çok sevdiklerimiz önce gider? Ya kara toprak alır, ya elin oğlu, elin kızı… Anlamam ki arkadaş! Sevgi insana ağır mı gelir?! “Beni seversen ya kara topağın, ya başkasının.” Bu mudur yani!
Sevdiğim her şeyi kaybettim. Belki de, sevdiğim her şeyi, herkesi kaybettim. Şu sıralar  sevgimi gizlemekteyim. Yüreğimde çırpınan duygular var ama sadece yüreğimde. Dilime vurmuyor bu duygular. Sokak ortasında durup birine “Seni Seviyorum!” desem adam oracıkta kalpten ölecek ya da gidip yan kaldırımdan geçen bir kadının boğazına atlayacak. Hani şom ağzını açmak diye bir şey vardır. İşte bende şu şom yüreğimi bir açıyorum ve yürek viran yeri…

Anladım, sevgi bir tarafın gerçek mutluluktan uçarken, diğer tarafın sevildiğini bilip havalara girmesiyle uçmasıdır. Neden iki tarafın da sebebi esas sevgi olmaz, bilemiyorum.


Şu güzel dünyada bir sırta yaslanıp yaşlanmak varken aynı sırttan vurulmakta var. İyi varken kötü de var. Siyah varken beyaz da var. Her şey tersi ile var. O halde ben hiçbir zaman ruh ikizimi bulamayacağım. Her şey, herkes tersi ile… İyi bir insanı tamamlayan kötü bir karakter. Öyle değil mi? Hak eden hak ettiği sevgiyi asla bulamayacak. Bir düşünün. Aynı hislerdeysek üzgünüm, yapacak bir şey yok, hapı yutmuşuz biz…



Tuğba TURNATOR
11-YD

ÖCÜ ÖCÜ'DEN KORKAR MI?



“Kız evde tek başına bu satırları yazmaktaydı. Evde kimse olmadığı için bu sessizlik onu çok rahatsız etmişti. Sessizliğin sesi onu ürkütüyordu. Ve yan odadan ayak sesi geldi. Oraya doğru gitmemeliydi, bunu biliyordu fakat merakına hakim olamıyordu. Ayağa kalktı, oturduğu sandalyeden gelen ses biraz daha ürkmesine neden oldu ama kalp atışları bu sandalye sesini bastırmıştı. Kendi odasına yumuşak adımlarla çıktı. Koridorda ilerledi. Diğer odaların kapısının kapalı olmaması gerekiyordu, niye kapalıydı ki! Kapıyı açtı, menteşeler yağlanmadığı için bir gıcırtı bütün evi kapladı. Oda karanlıktı.”

Sonra…

Ekran da karardı. Elektrikler kesildi diye söylendi kardeşim. Bende ona bunu söylediği için teşekkürlerimi sundum. Zaten korku filmlerinden pek hoşlanmam ben.
Böyle insan gece uyuyamaz, her tıkırtıda bir öcü arar ve durmadan arkasında bir şey varmış gibi arkasını kontrol eder…(Ben bu arada bolca arkama baktım, sonra da kardeşimin yanındaki güvenli yerimi aldım.)

Tabi bazı insanlara da korku filmi çerez gibi gelir. O insanlar cani, psikopat ve size sürekli “Yusuf Yusuf” esprisi yapan insanlardır.Bu insanları görünce, onlardan olabildiğince uzak durun hatta yönünüzü değiştirin.
Hem insan neden kendini korkutmak istesin ki! Adrenalin hormonu salgılamanın başka yolları da var.Müdürün yanından saçı açık geçmek gibi.. Neyse, ben alışamadım bu korku filmlerine de, sevenlerine de.. Öcüyle korkuttukları içindir belki de… Çünkü ben,o öcüyü 2,5 ay yatağımda beklemiş insanım.Ve ilk Öcüm, dişlerimi çalmak isteyen yeşil bir adamdı.Onu unutmayacağım, herhalde o da beni unutmayacak çünkü dişlerimi çok beğendiğini söylemişti.

Aha! Elektrikler geldi. Mum ışığında böyle şeyler saçmaladığıma şaşırdım doğrusu .Evet.. Bakalım kız kapıyı açınca kimle karşılaşacak? Fredy Kruger onu yiyecek mi?
Hepsi böyle bir filmi bende okuyup beğenen senaryo yazarlarına kalmış…



Fulya KUTLU
11-B    
 





YILBAŞI ÜZERİNE


           
Yılbaşı neden kutlanır? Yepyeni bir yıla başlıyoruz diye mi yoksa kötü geçen bir yılı geride bırakıyoruz diye mi? Bence hiçbirisi. Yılbaşı, bazı sektörlerin para kazanmak için yaptıkları büyük bir tuzak. Yeni bir yıl başlıyor diye insanlar neden kutlama yapar ki? Aslında birazcık düşünmeyi deneseler, bir yıl daha yaşlandıklarını ve ölüme bir adım daha yaklaştıklarını hemen anlayacaklar. İnsan ölüme yaklaştığını fark edince de kutlama yapmaz herhalde. Ama insanlarımız düşünmek yerine, başkalarının geleneklerini uygulamayı tercih ediyorlar.


Bir de çam meselesi var tabi.. Yapraklarını hiç dökmeyen Çam ağacı, gençliği sembolize eder. Sanırım, insanlar Çam ağacını süsleyerek yaşlandıklarını kabul etmediklerini ifade etmeye çalışıyorlar. Yılbaşında Çam ağacını süslemenin asıl nedeni ise, çok eski yıllarda Almanların “Cennet Ağacı” dedikleri  ve üzerini elma gibi yiyeceklerle  süsledikleri bir ağaçtı. Yıllar sonra putperestler bu ağacı elma dışında farklı yiyeceklerle de süslemeye başlamışlar ve ona tapmışlardır. Günümüzde böyle bir inanış olmamasına rağmen, insanlarımız bu geleneği sürdürmeyi devam etmişleridir.


Noel Baba’yı da unutmamak lazım. Tamamen Hristiyan geleneği. İnsanlarımız her zaman ki gibi bu geleneği uygulamakta geri kalmamışlardır. Noel Baba biraz tombul ve yardımsever biri olarak bilinir. Çocuklara hediyelerini verir ve çocukları yılbaşı gecesinde sevindirir. Uzun lafın kısası, Keşan müftümüzün de dediği gibi : “ Noel Baba doğru dürüst bir insan olsaydı bacadan değil kapıdan girerdi.”



Rana KURTGÖZLÜ
             11-B

BİR DİZİ SAÇMALIĞI


                  
Aptal kutunun içinde yayınlanan saçma sapan şeyler, günden güne toplumumuzu içine çekiyor sanırım.Toplumumuza sadece boş zaman geçirmeyi öğretiyor o aptal kutular.O saçma dizilerden bir örnek vereceğim size: ‘’ Adını Feriha Koydum ‘’ .Eminim duymuşsunuzdur bu ünlü diziyi,bu saçma diziyi.Neymiş.Adını Feriha koymuşmuş,Feriha Emir’e yalan söylemişmiş,Feriha Emir’i deli gibi seviyormuşmuş.Saçma sapan şeyler…Artık insanlar okumuş oldukları kitaplar yerine,ya Feriha hakkında konuşurlar ya da diğer bir diziden.Bir de sanki dizinin sonunu bilmiyorlarmış gibi, ‘’ Acaba gelecek hafta ne olacak ? ‘’ diye konuşurlar etrafta.Üzüldüğüm diğer bir konu ise gençlerin bu diziye olan ilgileridir.Kızlar üşenmeselerdi isimlerini Feriha olarak değiştirirlerdi.Hayatlarına yansıtmışlar Adını Feriha Koydum adlı diziyi.Geçen bir sosyal paylaşım sitesinde,dizideki bir oyuncuya dizikolik bir manyak; ‘’ Sen Feriha’ya neden bu kadar kötü davranıyorsun ? ‘’ diye söyledi.Yani düşünün,insanlar –bazı insanlar- Feriha’nın yaşamının gerçek olduğunu sanıyorlar.


Tüm dizilerin sonu bellidir ; ‘’ Asıl kız , asıl oğlanla evlenir.Birbirleriyle mutlu bir ömür sürerler.’’ VE MUTLU SON!Bence herkes bilir dizilerin sonunu.Ama işte; bir kitap açmayı tercih etmeyen bir toplumda yaşıyoruz.Bakalım sonumuz ne olacak ? Feriha ve Emir mutlu sona ulaşacaklar mı(!)?


Merakla bekliyoruz toplumumuzun ne kadar daha mahvolabileceğini.



  
ŞADİYE SARAÇ
            11-YD